Sevgili Behiç,
Bana önermiş olduğun dergiyi nihayet alıp inceleme fırsatı
buldum. Biraz manidar bir önerme olmuş bu. Böylesine güçlü ve derin bir
duygunun mahiyetini yeni yeni kavramaya başladığım şu günlerde, bu dergi ilaç
gibi geldi. İnsan, anlamlandıramadığı şeyin düşmanıdır demiş ya biri, - kimdi
bu, adını anımsayamadım- dergiyi elime alınca işte bu anlamlandıramadığım şeyin
kapısını biraz olsun aralayabilme ve biraz olsun tanıma fırsatını ele geçirmiş
gibi bahtiyar hissettim kendimi.
Dergiyi baştan sona inceleme fırsatı buldum mu? Maalesef
hayır. -Biliyorsun, hayat bize istediklerimizi yapmamız için çok fazla vakit
tanımıyor. Belki de biz istediklerimize erişmek için gerekli gayreti
gösteremediğimizden hayatın koşturmasını suçluyoruz sürekli, bilemiyorum.-
Dergiyi bütünüyle okuyamamış olsam da şöyle bir bakıp, birkaç yazısını da
okuyunca sana bunlardan bahsetmek, daha doğrusu bunlar üzerine seninle
konuşabilmek için içimde bastırılmaz bir arzu duydum. Belki sen de aynı arzu
içerisindesindir?
Dergileri okumaya nerden başlamalı diye düşündüm sana
yazarken. Ve fark ettim ki ben hiçbir zaman bir dergiyi baştan sona okumamışım.
Bu kötü bir şey mi, lütfen beni aydınlat. Neyse, buraları geçelim. Bu dergi
ötekilerden farklı oldu benim için. En başından başladım. Hayır, ilk yazısından
değil, içindekiler kısmından. Sonra ilk yazısından başlayarak iki-üç yazıyı
okudum. Derginin bu kadar kalın oluşu –üç ayda bir yayımlanıyor, biliyorsun-
bana bir kitabı hatırlamış olacak ki, atlayarak okumak içime sinmedi. Çok
eskiden öğrendiğim bir düsturdu bu, bir kez yarım bırakmaya alışırsan hep yarım
bırakırsın diye kodlamıştım kafamda. Sırayla okudum bu yüzden, sanırım böyle de
devam edeceğim.
Enis Batur’un Aşk Üzerine Marazi Bir Deneme Daha başlığıyla
yazdığı yazı giriş için öyle idealdi ki, eğer dergiyi almadan daha kitapçıda
şöyle bir göz gezdirseydim bu yazıya, senin önerin olmaksızın da bu dergiyi
satın alabilirdim.
Herkesin oluyordur mutlaka, bir eseri bitirdiğimizde, bir
şiiri okuyup şöyle bir geriye yaslandığımızda zihnimizde bir olay ya da bir
cümle/bir dize kendisini durmadan hatırlatır. Bu, okumanın en keyifli yanıdır
bana göre. Çok kere, hiç zahmet etmeden böyle yüzlerce cümle ezberlemişimdir.
Bunları öylesine kendiliğinden yapmışımdır ki ezber ettiğimi çok sonra,
alakasız bir anda ya da bir yazıyı yazarken elime geldiğinde anımsarım, mutlu
olurum. Enis Batur’un bu yazısında da böyle bir cümle var, kendisini ara sıra
bana anımsatarak beni mutlu edecek bir cümle bu: ‘’Mutlu aşkın yazılı tarihi
yoktur’’. Bunu, şimdi hangi roman olduğunu anımsayamadığım bir romanın ilk
cümlesine benzettim, ‘’Bütün mutlu aileler birbirine benzer, mutsuz ailelerin
ise bir hikâyesi vardır’’. Öyle ya, bir hadisenin anlatılmaya değer bir yanı,
hatta bir trajedisi olmalıdır. Neden bir başkasının hikâyesine böyle meraklıyız
diye sormak gerekiyor sanırım bu noktada. Belki de içimizdeki biri kendi hikâyesinin
benzerini bulmak için didinip duruyordur. Belki de bu yalnızca bir ihtiyaçtır.
Bir trajediye tanık olma ihtiyacı… Bilemiyorum.
Bu yazıyı okuyup bitirdikten sonra mutsuz aşkların tarihini
düşündüm biraz. Burada aşkı tetikleyen şeyin yasaklar ve tutku olduğunu
görmemek mümkün değil. Eğer sevgili her an ulaşılabilir ve elde edilebilir
olsaydı böyle dehşetli bir şekilde yine de sevilebilecek miydi?
***
Bugün 14 Kasım. Bu mektuba başlayalı neredeyse bir ay
oluyor. Böyle göndermek içime sinmedi. Sanki söylemem gereken daha nice şey var
gibiydi çünkü. Fakat bir türlü yazamadım. Belki yazmak için en ufak bir
gayretim de olmadı. Neyse. Bu süre zarfında dergiyi okuyup bitirmiş olmam
gerekirdi, eğer okumayı bu kadar ağırdan alan birisi olmasaydım. Başka şeyler
okudum. Okuma konusunda eskisi kadar istikrar sağlayamıyorum, bunu neye
bağlarsın?
YKY’den çıkan Aşk-ı Memnu’yu okudum epey. Çok sevdim. Sana
da öneririm. Kapağını gördüğümde çokça şaşırmış, dürüst olmak gerekirse onu
şehirlerarası terminallerde satılan ucuz, çevirisi berbat Rus klasikleri
kitaplarına benzetmiştim. Yine de
YKY’den ve Handan İnci’den kötü bir iş çıkmayacağına emindim. Yanılmadım. Epey
iyi bir baskı olmuş. Kitabı, metrolarda okumuş olsam da beni içine çekmeyi,
andan sıyırmayı başarabildi. Derginin hemen akabinde okumuş olmamdan mıdır
bilmem, aşkın cazibesinin pek çoğunun –belki de tamamının?- yasaklı bölgelerde
saklı oluşunu düşündüm kitabı okurken. Enis Batur’un yazısıyla örtüştürdüm.
‘’Mutlu aşkın yazılı tarihi yoktur.’’
Sanırım mektubu burada bitireceğim.
Sağlıcakla kal.
Sümeyye
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder