16 Kasım 2018 Cuma

''Öyle ya, bir hadisenin anlatılmaya değer bir yanı, hatta bir trajedisi olmalıdır.''


Sevgili Behiç,

     Bana önermiş olduğun dergiyi nihayet alıp inceleme fırsatı buldum. Biraz manidar bir önerme olmuş bu. Böylesine güçlü ve derin bir duygunun mahiyetini yeni yeni kavramaya başladığım şu günlerde, bu dergi ilaç gibi geldi. İnsan, anlamlandıramadığı şeyin düşmanıdır demiş ya biri, - kimdi bu, adını anımsayamadım- dergiyi elime alınca işte bu anlamlandıramadığım şeyin kapısını biraz olsun aralayabilme ve biraz olsun tanıma fırsatını ele geçirmiş gibi bahtiyar hissettim kendimi.
    Dergiyi baştan sona inceleme fırsatı buldum mu? Maalesef hayır. -Biliyorsun, hayat bize istediklerimizi yapmamız için çok fazla vakit tanımıyor. Belki de biz istediklerimize erişmek için gerekli gayreti gösteremediğimizden hayatın koşturmasını suçluyoruz sürekli, bilemiyorum.- Dergiyi bütünüyle okuyamamış olsam da şöyle bir bakıp, birkaç yazısını da okuyunca sana bunlardan bahsetmek, daha doğrusu bunlar üzerine seninle konuşabilmek için içimde bastırılmaz bir arzu duydum. Belki sen de aynı arzu içerisindesindir?
   Dergileri okumaya nerden başlamalı diye düşündüm sana yazarken. Ve fark ettim ki ben hiçbir zaman bir dergiyi baştan sona okumamışım. Bu kötü bir şey mi, lütfen beni aydınlat. Neyse, buraları geçelim. Bu dergi ötekilerden farklı oldu benim için. En başından başladım. Hayır, ilk yazısından değil, içindekiler kısmından. Sonra ilk yazısından başlayarak iki-üç yazıyı okudum. Derginin bu kadar kalın oluşu –üç ayda bir yayımlanıyor, biliyorsun- bana bir kitabı hatırlamış olacak ki, atlayarak okumak içime sinmedi. Çok eskiden öğrendiğim bir düsturdu bu, bir kez yarım bırakmaya alışırsan hep yarım bırakırsın diye kodlamıştım kafamda. Sırayla okudum bu yüzden, sanırım böyle de devam edeceğim.
   Enis Batur’un Aşk Üzerine Marazi Bir Deneme Daha başlığıyla yazdığı yazı giriş için öyle idealdi ki, eğer dergiyi almadan daha kitapçıda şöyle bir göz gezdirseydim bu yazıya, senin önerin olmaksızın da bu dergiyi satın alabilirdim.
   Herkesin oluyordur mutlaka, bir eseri bitirdiğimizde, bir şiiri okuyup şöyle bir geriye yaslandığımızda zihnimizde bir olay ya da bir cümle/bir dize kendisini durmadan hatırlatır. Bu, okumanın en keyifli yanıdır bana göre. Çok kere, hiç zahmet etmeden böyle yüzlerce cümle ezberlemişimdir. Bunları öylesine kendiliğinden yapmışımdır ki ezber ettiğimi çok sonra, alakasız bir anda ya da bir yazıyı yazarken elime geldiğinde anımsarım, mutlu olurum. Enis Batur’un bu yazısında da böyle bir cümle var, kendisini ara sıra bana anımsatarak beni mutlu edecek bir cümle bu: ‘’Mutlu aşkın yazılı tarihi yoktur’’. Bunu, şimdi hangi roman olduğunu anımsayamadığım bir romanın ilk cümlesine benzettim, ‘’Bütün mutlu aileler birbirine benzer, mutsuz ailelerin ise bir hikâyesi vardır’’. Öyle ya, bir hadisenin anlatılmaya değer bir yanı, hatta bir trajedisi olmalıdır. Neden bir başkasının hikâyesine böyle meraklıyız diye sormak gerekiyor sanırım bu noktada. Belki de içimizdeki biri kendi hikâyesinin benzerini bulmak için didinip duruyordur. Belki de bu yalnızca bir ihtiyaçtır. Bir trajediye tanık olma ihtiyacı… Bilemiyorum.
    Bu yazıyı okuyup bitirdikten sonra mutsuz aşkların tarihini düşündüm biraz. Burada aşkı tetikleyen şeyin yasaklar ve tutku olduğunu görmemek mümkün değil. Eğer sevgili her an ulaşılabilir ve elde edilebilir olsaydı böyle dehşetli bir şekilde yine de sevilebilecek miydi?

***
   Bugün 14 Kasım. Bu mektuba başlayalı neredeyse bir ay oluyor. Böyle göndermek içime sinmedi. Sanki söylemem gereken daha nice şey var gibiydi çünkü. Fakat bir türlü yazamadım. Belki yazmak için en ufak bir gayretim de olmadı. Neyse. Bu süre zarfında dergiyi okuyup bitirmiş olmam gerekirdi, eğer okumayı bu kadar ağırdan alan birisi olmasaydım. Başka şeyler okudum. Okuma konusunda eskisi kadar istikrar sağlayamıyorum, bunu neye bağlarsın?
YKY’den çıkan Aşk-ı Memnu’yu okudum epey. Çok sevdim. Sana da öneririm. Kapağını gördüğümde çokça şaşırmış, dürüst olmak gerekirse onu şehirlerarası terminallerde satılan ucuz, çevirisi berbat Rus klasikleri kitaplarına benzetmiştim.  Yine de YKY’den ve Handan İnci’den kötü bir iş çıkmayacağına emindim. Yanılmadım. Epey iyi bir baskı olmuş. Kitabı, metrolarda okumuş olsam da beni içine çekmeyi, andan sıyırmayı başarabildi. Derginin hemen akabinde okumuş olmamdan mıdır bilmem, aşkın cazibesinin pek çoğunun –belki de tamamının?- yasaklı bölgelerde saklı oluşunu düşündüm kitabı okurken. Enis Batur’un yazısıyla örtüştürdüm. ‘’Mutlu aşkın yazılı tarihi yoktur.’’
  Sanırım mektubu burada bitireceğim.
  Sağlıcakla kal.


                                                                                                              Sümeyye

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ayrıca, yakın zamanda ikimiz de Nuri Bilge’nin Ahlat Ağacı’nı izledik. Eğer bu “muhafazakâr iktidar” bir sansür uygulasaydı, Sinan’ın o iki imamla olan uzun diyaloglarını “Müslümanların kafası karışır” der, filmden çıkarırdı.

Sümeyye, Artık birbirimize geç cevap vermemizden ötürü özür dilemememiz gerektiğini düşünüyor ve dilemiyorum. Hemen konumuza geçelim. ...