6 Şubat 2019 Çarşamba

Ayrıca, yakın zamanda ikimiz de Nuri Bilge’nin Ahlat Ağacı’nı izledik. Eğer bu “muhafazakâr iktidar” bir sansür uygulasaydı, Sinan’ın o iki imamla olan uzun diyaloglarını “Müslümanların kafası karışır” der, filmden çıkarırdı.


Sümeyye,

Artık birbirimize geç cevap vermemizden ötürü özür dilemememiz gerektiğini düşünüyor ve dilemiyorum. Hemen konumuza geçelim.

Mektubunda öncelikle sansür meselesine değinmişsin. Ben, şahsen sansürün birilerinin iddia ettiği kadar kötü bir şey olduğunu düşünmediğimi söyleyeceğim. Sansür, hiçbir işe yaramasa bile sanatçının daha yaratıcı olmasını tetikler. Sanatçının ilk aklına gelen çözüme değil, daha zekice olan çözüme başvurmasını sağlar ki bu da eserini ölümsüz yapar. Bizim bugün için izleyip hayran kaldığımız eski filmlerin çoğunun bir sansür dönemi ürünü olduğunu unutmayalım. Sansürün öngörülemez güzelliği varsa o da budur: Daha güzel filmler, daha güzel kitaplar.

“Ufak bir dokunuşla” öğrenebilmek, diyorsun. Ufak bir dokunuşla varabileceğimizi bildiğimiz bir noktayı, aslında henüz varmamışken de biliyoruz demektir. Sansürün amacı, o noktanın, varılacak o yerin ne olduğunu bilmeyen, o yerden haberi bile olmayan insanları “korumak”tır belki de? Sadece bir düşünce bu. Elbette sansürün, en nihayetinde siyasi otoritelerin işine geleni yayınlatıp, işine gelmeyene ceza kesmesi durumu olduğunun farkındayım. Fakat ülkemizde ve dünyada, bizim ufak bir dokunuşla ulaşabildiğimiz, saklandığını zannettiğimiz bilgilerin varlığından bile haberi olmayan yüzbinlerce çocuk var. Bana göre en azından televizyondaki sansür, çocukları bir nebze de olsa koruyor. Ha, diyeceksin ki o halde televizyondaki bu ahlaka mugayir, muzır neşriyat numuneleri neler? Bu ise memlekette düşünüldüğü gibi bir sansürün olmadığını gösterir. Sansür dediğimiz şey “eşek” kelimesini yasaklar, fakat nelere nelere müsaade eder. Çünkü bir çocuğun bir büyüğüne “eşek” demesini devletimiz istemez. Bu bile televizyondaki sansürün büyükler için değil, çocuklar için olduğunun işareti. “Ahlaka mugayir” diğer sahneler çıktığında ise, çocuğunu bu sahnelerden korumak isteyen kimselerin evinde canhıraş bir şekilde kumanda arayışı zaten vardır. Fakat o dakikada “eşek” kelimesini duymasını engellemez çoğu aile. Sonra abdestini yeni almış, çoraplarını giyen dedelerine, sinirlendiğinde herkesin ortasında “eşşoğlusu” diye çıkışan, 5-6 yaşlarında, pırıl pırıl bir nesil çıkar ortaya.

Hâsılı, ülkemizde devlet tarafından uygulanan, edebiyatı yapıldığı kadar bir sansür olduğunu düşünmüyorum. Hatta yok bile denebilir. Bu ülkede sansürün en zirvede olduğu bir dönemde Yol diye bir film çekilebilmiş, o dönemde dahi sanat, sinema engellenememiş, hak eden eser öyle ya da böyle bir gün hak ettiği değere ulaşmışsa, bugünkü sanatçılar sansür diye bir hayaleti bahane ederek kendi üretme yoksunluklarına kılıf bulmaktan vazgeçmelidirler. (Yol filminin yapım sürecini de içine alan Tarık Akan’ın Anne Kafamda Bit Var kitabını okumanı tavsiye ederim.)

Ayrıca, yakın zamanda ikimiz de Nuri Bilge’nin Ahlat Ağacı’nı izledik. Eğer bu “muhafazakâr iktidar” bir sansür uygulasaydı, Sinan’ın o iki imamla olan uzun diyaloglarını “Müslümanların kafası karışır” der, filmden çıkarırdı. Oysa, Ahlat Ağacı bu “muhafazakâr iktidar”dan maddi destek almış bir film. Daha nice böyle film var.  İktidarı savunmuyorum, olması gereken budur. Fakat gönüllerince hakaret edemedikleri için engellenen bazı kimselerin “devlet sansür uyguluyor” demelerini de hoş göremeyeceğim.



Sansür çok yönlü bir konudur. Ben yukarıda devlet tarafından uygulandığı iddia edilen sansürü ele aldım. Bir de sermaye sahiplerinin uyguladığı sansür vardır ki, ona diyecek hiçbir şeyim yoktur. Evet, o sansür ülkemizde de dünyada da vardır. Onu eleştirelim, onun üzerine gidelim. En basitinden, bir dergide yazı yayınlatmak istediğinde, buna doğrudan devlet karışmaz, dergi sahipleri karışır. Hatta çoğu zaman, artık günümüzde devletin haberi bile olmaz. Dergi editörünün fikrinde misin, hikâye anlayışın, şiir anlayışın o derginin yayın kurulunun anlayışına denk midir, bunlara bakılır. Hele hele o dergi çevresinden birine (ağır abilerinden/ablalarından birine) Kral Çıplak ithamıyla yaklaşmaya kalkmışsan yazında, yazının yayınlanması diye bir durum söz konusu olamaz. Yani parayı elinde tutanın, yayın aracını elinde tutanın uyguladığı sansür anlaşılmasın diye, yine bunlar tarafından suç çoğu zaman devlete atılır. Film mi çekeceksin? Sinema salonlarının sahibi firma ile filmin gösteriminden alacağın payda anlaşamadın mı, gösterime giremezsin.

Sansür konusunu daha fazla uzatmak istemiyorum. Toparlarsam, devletten ziyade, sermaye sahiplerinin bir sansürü olduğunu düşünüyorum. Ve ayrıca, hangisi olursa olsun dine, bu devletin kurucularına, halkların kutsallarına olan hakaretleri, amacı bu olan filmleri, dizileri, kitapları yayınlatmamanın, onları sansürlemenin çok doğru olduğuna inanıyorum. Milyarlarca inananı olan Hristiyanlığın peygamberine, yine milyarlarca inananı olan Müslümanlığın peygamberine sırf hakaret olsun diye hakaret etmek, bir ateistin inançsızlığına sırf alay olsun diye saldırmak da böyledir. Engellenmelidir.

*
Tavsiye ettiğin için, Şahsiyet’i ben de izledim. 10 üzerinden 7 verebilirim. Kadraj konusunda, az buçuk amatör fotoğrafçılığı olan birisi olarak söylemeliyim ki, niçin o şekilde olduğunu anlamadığım kadrajlar yapılmış. Yani değişik kadrajlamaların artık uygulanmaya başlandığını, o eski kompozisyon kurallarının dışına çıkıldığını biliyoruz. Ki ben çok da severim, sahnedeki duruma, duygu-durum yoğunluğuna göre kadrajlama yapılmasını. Fakat ben dizide buna çok anlam veremedim. Bazen gerekli. Ama çoğu zaman, sanki “böyle başladık böyle devam etsin” der gibi devam edilmiş. Ha, bu mu puan kırmama sebep? Hayır. Kadrajını sevmedim diye sahneleri izlemedim mi, izledim. Hem belki benim anlamadığım-bilmediğim bir mantığı vardır bu kadraj işinin. Olabilir. 

Dizinin dünya “standartları”nda olduğunu düşünüyorum. Ama böyle deyince insan sanki dünyada “ilklere” dâhil olurmuş gibi algılıyor psikolojik olarak. Hayır, dünya “standartlarında”, yani ortalama, yani eskilerin dediği, bizim “kötü” olarak, yanlış algıladığımız hâliyle “vasat”.

Ne işe yaradığı çok da belli olmayan, olmasa da olan karakterler var. Olmasa da olur diyaloglar var. Sırf demiş olmak için, sırf aykırı olmak için söylenmiş sözler var. Mesela bir örnek: Basın açıklaması sırasında, gazeteci Ateş, adını unuttuğum (Tolga mıydı?) emniyet amirinin “gereğini yapıyoruz” sözüne şu mealde bir karşılık verir: “Farkında mısınız? Bu ülkede bir devlet görevlisi gereği yapılıyor diyorsa, aslında hiçbir şey yapılmıyordur.”

Ne kadar güzel bir laf böyle Ateş bey. Ne kadar güzel. Çok mu düşündünüz? Niçin böyle diyorum biliyor musun? Biz izleyici olarak, o dakikaya kadar biliyoruz ki tüm ekip elinden geleni GERÇEKTEN yapıyor. Ekip seri katili bulucaz diye gecesini gündüzüne katmış çalışıyor. Yani yetkililer gerçekten bir şeyler yapıyorlar fakat Ateş beyimiz tribünlere oynatılıyor. Bu sahne dizinin ilerleyen bölümlerinde olsaydı gazeteciye bir nebze hak verebilirdik. Fakat sırf seyirciye “helal olsun” dedirtmek için (senarist tarafından) Ateş’e erken dedirtilmiş bir söz, bu zamana kadar devlet yetkilileri tarafından söylenmiş “gereği yapılıyor, vatandaşlarımız müsterih olsunlar” sözlerini yok yere aklıyor.

Mektubum sanki sana bir reddiye gibi oldu. Hâşâ.
Cevap mektubunu EN YAKIN ZAMANDA bekliyorum. Sevgiler.

Zarûrî bir not: Bu yazı, kamuoyunda “sansür yasası” diye de bilinen, sinema ile ilgili bazı konuları düzenleyen yasa çıkmadan önce yazılmıştı. Dolayısıyla yeni yasa, benim sansürle ilgili dediklerimi boşa çıkarır mı, çıkarmaz mı henüz bilmiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ayrıca, yakın zamanda ikimiz de Nuri Bilge’nin Ahlat Ağacı’nı izledik. Eğer bu “muhafazakâr iktidar” bir sansür uygulasaydı, Sinan’ın o iki imamla olan uzun diyaloglarını “Müslümanların kafası karışır” der, filmden çıkarırdı.

Sümeyye, Artık birbirimize geç cevap vermemizden ötürü özür dilemememiz gerektiğini düşünüyor ve dilemiyorum. Hemen konumuza geçelim. ...