6 Aralık 2018 Perşembe

"Meded meded bu cihânûn yıkıldı bir yanı"*


Sümeyye,

Son mektubunun üzerinden, 21. asır için çook uzun sayılabilecek bir zaman geçti. Öncelikle bundan dolayı senden özür dilerim. Affettin mi? Affettin affettin, hadi tamam.

Son zamanlarda tezimi bitirme gayreti içindeyim. 16. Yüzyıl dîvân edebiyatını konu edinen bu tez, beni çoğu zaman bu çağdan alıp gerilere götürüyor. O zamanlarda da insanların benzer dertlerinin olduğunu görmek, sevebildiklerini, kızabildiklerini, hatta küfür edebildiklerini görmek beni sevindiriyor. Bir yandan da, meğer divan edebiyatı hiç de öyle âşık, maşuk meselesi değilmiş, çok daha başka şeyler varmış da, gününüzde dalga geçmeye en müsait olan şeyler bunlarmış, o yüzden biz bunları zannediyoruz divan edebiyatı olarak, diye düşünüyorum.

Divan edebiyatındaki kaside geleneğinde ne sosyolojik vakalar vardır, öyle değil mi? Ne istekler, ne yalvarmalar, ne acılar. Evinde pirinç-bulgur kalmadığı için, bir paşaya gazel susan şairimiz de vardır, Şehzade Mustafa’nın katline kızıp, “koskoca” Sultan Süleyman’a kafa tutan mersiye yazarımız da vardır.

Konu niçin divan edebiyatına geldi? Son zamanlarda onunla yatıp onunla kalkıyorum da ondan. Ve şunu anladım ki, biz bu çağda artık o dönemin şiirlerini ne yaparsak yapalım yüzde yüz oranla anlayamayacağız. Yalnızca elimizdeki sözlüklerden bakıp bakıp yakıştırmaya çalışacağız. Hele hele hâlâ devam eden bir divan edebiyatı aşağılaması varken, bu işle uğraşacak, bu işe kafa yoracak olanları bile heveslerinden etmeye niyetli gırla insanımız varken, bu edebiyatın anlaşılması çok zor.

Her neyse, lafı açılmışken bununla ilgili bir kitap tavsiye edeyim. Ahmet Atilla Şentürk’ün, Osmanlı Şiiri Antolojisi kitabı. Bu kitap epey eski aslında. Bendeki baskısı 2009 baskısı. Çok eski, derken, 21. Asır için çok yani. Kitap, Osmanlı Şiiri’ni güzel anlatıyor. Şairin önce hayatını veriyor, sonra gazelinden ya da kasidesinden, bir ya da iki örnek. Sonra, akla hayale gelmeyecek detaylarla, şairin nelere gönderme yaptığını en ince ayrıntısına kadar inceleyerek anlatıyor. Laf aramızda, insan bir beyitte bu kadar çok gönderme yapılabilmesi karşısında, birden bire Yeni Edebiyat’tan bir adım geri gidiyor. “Garip” akımı gibi şiirin “tuhaf”laştığı, şiirin vezin-kafiye mi, yoksa mânâ ve “şiirsellik” mi olduğu tartışması bir defa daha akla geliyor. Bu konuyu belki seninle uzun uzun tartışırız. Hatta başlayalım tartışmaya, şiir sence nedir? Bizim onlardan ne eksiğimiz var? Bir de biz tartışalım.

Mektubunu kısa zamanda bekliyorum. Şiir hakkında ne düşündüğün konusunda merak içindeyim.
Sevgilerle.



*: Başlıktaki mısra, Taşlıcalı Yahya Bey'in Şehzade Mustafa Mersiyesi'ndendir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ayrıca, yakın zamanda ikimiz de Nuri Bilge’nin Ahlat Ağacı’nı izledik. Eğer bu “muhafazakâr iktidar” bir sansür uygulasaydı, Sinan’ın o iki imamla olan uzun diyaloglarını “Müslümanların kafası karışır” der, filmden çıkarırdı.

Sümeyye, Artık birbirimize geç cevap vermemizden ötürü özür dilemememiz gerektiğini düşünüyor ve dilemiyorum. Hemen konumuza geçelim. ...